13 Kasım 2010 Cumartesi

İSTANBUL KAZAN BİZ KEPÇE:))

istanbul kazan biz kepçe dedikya! birkaç gün öncesinde cumartesi için istanbul'u gezmeye yani tavaf etmeye karar verdim.şu bizim meşhur facebook'tan arkadaşlara mesaj attayım dedim bakalım ne olacak?bir etkinli oluşturup şehri yürüyelim dedim.yaklaşık 50 kişiye attım ancak sadece 10 kişi cevap verdi:(( bazı arkadaşlar zahmet edipte cevap bile vermedi:(( neyse çok önemli değil zaten az kişi olmak yani küçük grupla seyahat etmek daha kolay ve daha mobil oluyor. sabahın ilk ışıkları ile uyandım ve tabiki günlük spor aktivitesinden sonra evde kahvaltımı yaptım(tost ve meyva suyu) saatler 09:00 gösteriyordu eminönüne doğru hareket ettim ve kısa sürede varmıştım saattte erken benim şu meşhur marmara çay ocağına gideyim dedim. oturdum bir sandeviç söyledim ve çay ile beraber götürdüm:) daha sonrasında közde türk kahvesi söyledim:)) hakikatten muhteşemdi:)) eğer sizinde yolounuz sirkeciye düşer ise mutlaka uğrayın ve türk kahvesi için:)) adres şöyle : sirkeci DOĞUBANK'ın karşı sokağı küçük masa ve sandelyeleri bulunan çay ocağı ve nefis çay ve közde türk kahvesi yapıyorlar. en önemlisi çok çok temizler. saat 10:30'a yaklaşıyor ve buluşma yerimiz olan mısır çarşısına doğru yürümeye başladım. bu şehir herzaman kalabalık ve hareketli.kimileri günlük işlerine kimileri bayram alışverişine ,kimileri koşuşturmaca peşinde herkes birşeylerin peşinde yani:))ilk gelen AYNUR,ARİFE,AYBİLEN,SEMRA oldu biraz sohbet sonrasında TÜRKAY,YEŞİM,SEMİH'de geldiler kısa bir bilgilendirmede sonra yavaş yavaş yürümeye başladık.tenekecilerin sokağından devam edip SÜLEYMANİYE CAMİİ'ne doğru yürüyoruz.biraz süleymaniye camii hakkında bilgi vereyim.
Süleymaniye Camii 1890Süleymaniye Camii Klasik Osmanlı Mimarisinin en önemli örneklerinden biridir. Yapımından günümüze dek İstanbul'da yüzü aşkın deprem gerçekleşmesine karşın, caminin duvarlarında en ufak bir çatlak oluşmamıştır. Dört fil ayağı üzerine oturan caminin kubbesi 53 m. yüksekliğinde ve 26,5 m çapındadır. Bu ana kubbe, Ayasofya'da da görüldüğü gibi,iki yarım kubbe ile desteklenmektedir. Kubbe kasnağında 32 pencere bulunmaktadır. Cami avlusunun dört köşesinde birer minare bulunmaktadır. Bu minarelerin camiye bitişik iki tanesi üçer şerefeli ve 76 m. yüksekliğinde, cami avlusunun kuzey köşesinde soncemaat yeri giriş cephesi duvarının köşesinde bulunan diğer iki minare ise ikişer şerefeli ve 56 m. yüksekliğindedir. Cami, içindeki kandil islerini temizleyecek hava akımına uygun inşa edilmiştir.Yani cami,içinde, yağ lambalarından çıkan islerin tek bir noktada toplanmasını sağlayan bir hava akımı yaratacak şekilde inşa edilmiştir. Camiden çıkan isler ana giriş kapısının üzerindeki odada toplanmış ve bu isler mürekkep yapımında kullanılmıştır.

sülemaniye camii hemen yanında bulunan bir çay bahçesine oturalım dedik semranın karnıda açmış birşey yememiş oturduk tost ve çaylarımızı söyledik.afiyetle yedik:))sonrasında vefa ya doğru hareket ettik ve ünlü vefa bozacısındayız. biraz fotoğraf molasıundan sonra bozalarımızı söyledik ancak bizim yeşim beğenmedi:)) ee boza içilirde leblebi unutulurmu:))
1870 yılında Arnavutluk'tan İstanbul'a gelip yerleşen Hacı Sadık Bey, o yıllarda bozanın sulu kıvamlı ve ekşi lezzetli biçimde 200 kadar Ermeni vatandaş tarafından yapılıp satıldığını görmüştür. Zamanın saraylı ve aristokrat ailelerinin ve bürokratlarının oturduğu Vefa'ya yerleşen Hacı Sadık Bey, bu günkü haliyle sevilen koyu kıvamlı ve hafif ekşi lezzetli Vefa Bozası'nı imal etmiş ve 1876 yılı Eylül ayında Vefa Bozacısı adı ile bozacılığı hem bir meslek hem de bir marka haline getirmiştir.bozacıdan sonra KADINLAR PAZARI'dayız. meşhur büryan kebabı ve otlu peynirlerin bol ve ucuz bulunduğu yer.otlu peynir sadece bitlis ve siirt'in dağlarında yetişen (sırmo) adında bir otla peynir harman edilir ve toprağa gömülür 4 ay sonra topraktan çıkartılır. afiyet olsun:)) eğer sizinde yolunuz düşer ise mutlaka uğrayın ve bu yerel tadları tadın:)) ee artık fatih camii zamanı. fatih camiii tarihi de şöyledir:
Bizans devrinde, caminin bulunduğu tepede I. Constantinus'un döneminde yapılan Havariyun kilisesi vardı. Bizans imparatorlarının bu tepede gömüldüğüne inanılır. Constantinus'un o zamanlar şehrin dışında kalan bu tepede gömüldüğü bilinmektedir. Fethin ardından bu bina Patrikhane kilisesi olarak kullanılmıştı. Fatih Sultan Mehmet buraya cami ve külliye inşa etmek isteyince patrikhane Pammakaristos Manastırı'na taşındı.
Yapımına 1462 yılında başlanmış ve 1470 yılında tamamlanmıştır. Mimarı, Sinaüddin Yusuf bin Abdullah'tır (Atik Sinan). Cami 1509 İstanbul depreminde büyük hasar görmüş ve II. Bayezid döneminde onarılmıştır. 1766 yılında yaşanan bir depremden dolayı harabe haline geldiği için Sultan III. Mustafa, 1767 ve 1771 yılları arasında camiyi Mimar Mehmed Tahir Ağa'ya tamir ettirdi. Bu nedenle cami orijinal görünümünü kaybetmiştir. 29 Ocak 1932'de ilk Türkçe ezan bu camide okunur.fatih camii den sonra ÇARŞAMBA'ya doğru yürümeye başladık. birden kıyafetler değişmeye başladı:)) cübbeler,sarıklar,kara çarşaflar işte burasıda fatih'in meşhur çarşambası.devamında yavuz sultan camii'ne gittik güzel bakımlı bir cami Yavuz Selim Camii - Çarşamba
Yavuz Sultan Selim adına oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.
kesme taştan inşaa edilen kare planlı sade görünüşlü eseri tek bir kubbe örtmektedir.
İstanbul un 7 tepesinden 5.sinin üzerine yaptırılmıştır. burada biraz fotoğraf molası verdik çünkü burası istanbulun 5. tepesi herkes fotoluyor manzarayı. camiiden sonra aşagı doğru yani balat'a yürümeye başladık. ve karşımızda KIRMIZI LİSE :
Fener'in dik yokuşlarından bakılınca görkemli, Fener'in küçük evleri arasına sıkışmış devasa kırmızı bir bina göze çarpar. Bu bina 1881 yılında, mimar Dimaolis tarafından yapılan Fener Rum Lisesi nam-ı diğer Kırmızı Mektep. Çok az sayıda öğrenci ile de olsa halen eğitim veren özel bir kız ve erkek lisesi. Tamamen tuğla olan bina, herhangi bir üsluba bağlı kalmadan inşa edilmiş. Çoğu kimse bu binayı Fener Rum Patrikhanesi ile karıştırır. ve tam lisenin karşısında gülen cemaatin okulu tüm heybeti ile duruyor oda diğer tepeden istanbula bakıyor. ve artık BALAT'tayız ara sokaklarındayız yürüyoruz.
Semt adını, Rumca “saray” anlamına gelen ''palatiyon"dan almıştır. Fetihten hemen sonra burası için Türkler tarafından söylenen "Balat Kapusu"nun da, bu sözden geldiği düşünülmektedir. Diğer bazı kaynaklarda, Balatkapı'nın 1453'ten önceki adının "Vasiliki Pili" olduğu, bunun “hünkar kapısı” anlamına geldiği ve Blahernai Sarayı'na denizyoluyla gelen imparatorların bu kapıdan geçtikleri yazılıdır.
Balat'ın tarihi, özellikle Musevi mahallesi olarak Bizanslılara kadar dayanmaktadır. Osmanlılar döneminde de Yahudi yerleşmesi olan Balat; mimari yapısı, içinde bulunan kilise ve sinagogları, esnafı, hamamı ve çarşısıyla sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan İstanbul'un yaşayan semtlerinin başında gelmiştir.Museviler için Balat bölgesinin her zaman tarihi bir önemi olmuştur. Bunun nedeni, yüzyıllardan beri İstanbul'a göç eden veya sürgün olan bütün Musevilerin buraya yerleşerek kendi aralarında kaynaşmalarıdır. Böylece her yüzyılda olduğu gibi fetihten sonra da Makedonya'dan ve İspanya'dan göç eden Museviler bu semte yerleşmişlerdir.ee balat'a gelinirde kuru fasülye yenmezmi? meşhur ÇANAK MANGAL'DA KURU FASÜLYECİ'ye girdik ve siparişlerimizi verdik ve afiyetle yedik:)) çaylar içildi ve yola devam . buradan yürüyerek önce DEMİR KİLİSE:
1898 yılında yanmış olan ahşap kilisenin yerine, bugün hala ayakta olan Demir kilise inşa edilir. Projenin mimarıHovsep Aznavour’dur. İmalatçı ve inşaatçı firma ise Avusturya’da Viyana şehrinde faaliyet gösteren Rudolf von Wagner’dir. Toplam 500 ton ağırlığında demir dökülmüş ve sonradan parçalar burada birleştirilmiştir. Bina zamanının 4.000.000 gümüş levasına mal olmuştur.Dökülmüş olan parçalar, Viyana’dan Tuna ve Boğazlar yoluyla gemilerle getirilmiştir. Kilise 08.Eylül.1898 günü Ekzarh Yosif tarafından kutsanarak ibadete açılmıştır. ve işte size FENER RUM PATRİKHESİ:
İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi 6. yy'dan itibaren Hıristiyanlık alemindeki din tartışmalarının önemli bir kesimini oluşturan Ortodoksluğun da merkezidir. İstanbul'un fethinden sonra, Gayr-ı Müslim olan toplumların yaşayışına dair düzenlemeler, Fatih Sultan Mehmet'in çıkardığı fermana bağlanmış, böylece Fener Rum Patrikhanesi de denilen Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin yasal statüsü süreklilik kazanmıştır.patrikhaneden sonra kadir has üniversitesnin içinde bulunan REZZAN HAS MÜZESİNE girdik görülmesi gereken bir müze ve ayrıca ücretsiz:)) müzeden sonra biraz yürüyüş ve ayrılık vakti:(( bu gezide bana eşlik eden SEMRA,AYBİLEN,YESİM,SEMİH,AYNUR,ARİFE,TÜRKAY'a çok çok teşekkür ederim ayaklarınıza sağlık. umarım başka gezilerde tekrar beraber oluruz....
13/11/2010
cumartesi NECO

10 Kasım 2010 Çarşamba

BURSA VE CUMALIKIZIK:))

Bursa ve Cumalıkızık...

Uzun zamandır görmek istediğimiz Bursa’ya gitmek için bir Pazar sabahı İstanbul’dan 07.00’ atladık otobüse, 3-3,5 saatlik bir yolculukla Bursa'ya vardık.aynı zamanda pek çok markanın ve renk renk tabelaların olduğu kestane şekeri satış yeri diyebileceğimiz bir yer. Terminal çıkışında belediye otobüsleri kalkıyor şehir merkezine. Bunlardan birine binip Ulu Cami merkeze gittik. Hedefimiz öncelikle Uludağ eteklerine kurulan Cumalıkızık’a gidip kahvaltı yapmak ve köyü gezmek...
Son zamanlarda adını köyde çekilen dizileriyle daha çok duymaya başladığımız aslında 700 yıllık bir Osmanlı köyü Cumalıkızık. Kızık köyleri içinde en çok tanınanı, yerli-yabancı en çok turist çekeni. Bursa şehir merkezinden 90 dakikada bir kalkan 22A otobüsüyle ulaşılabiliyor. Cumalıkızık’ta otobüsten inilen son durak, köyün de başlangıcı. Köyün başında köy ürünlerinin satıldığı tezgahlar sıralanıyor. Arkalarında ise yine köylülerin bahçelerine masalar atarak köy kahvaltısı sundukları evleri uzanıyor. Boş masası olan bir tanesine gidip oturuyoruz hemen. Hemen hemen bir çok köyde olduğu gibi yerel halkın işletmeciliğe soyunduğu yerlerde doğallık arıyorsanız buluyorsunuz ama konfor ve hız arıyorsanız pek bulamıyorsunuz. Bize sıranın gelmesini beklerken zamanımız kısıtlı olduğundan bu süre uzadıkça biraz canım sıkılsa da keyifli bir kahvaltının da gezinin bir parçası olduğuna ikna ettim kendi kendimi. Nihayet, evde yapılmış köy ürünleri, tereyağında yumurta ve çok güzel haşhaşlı-cevizli ekmekle (dışarıda satılıyor, dönerken mutlaka almalıyım!) güzel bir kahvaltı sonrası köyde yürüyüşe çıktık.
Parke taşlı daracık yollarda iki-üç katlı sarı, beyaz, mavi, mor boyalı cumbalı evleri izleyerek köyün tepelerine doğru çıktık. Evlerin bazıları restorasyon görmüş ve kurtarılmış, bazılarıysa oldukça kötü durumda. Girişteki yerler dışında köyün üstlerinde de bahçe içinde oturulabilecek yerler var hepsi de tıklım tıklım dolu.
Bütün ara sokaklara gire çıka köyü gezip farklı yoldan tekrar meydana geldiğimizde otobüsün kalkmak üzerine olduğunu görünce aceleyle iki ekmek alıp kendimizi otobüse attık. Otobüs diğer kızık köylerinden hemen yandaki Hamamlıkızık içinde bir tur atıp tekrar şehir yoluna girdi. Gördüğüm kadarıyla diğer kızık köyleri geleneksel evlere fazlaca sahip değil. Sanırım bundan dolayı da içlerinde en ünlüsü Cumalıkızık. Köy dönüşü otobüsten yine Ulu Cami civarında inince şehri gezmeye başlıyoruz.
Balibey Hanı: Eski bir yapının restorasyon görmesinden sonra kültür merkezi olarak açılmış. Kubbeli küçük küçük odaların her birinde hat, ebru, çini, rölyef, tezhip, resim gibi eski el sanatlarından biriyle ilgili eserler sergileniyor.
Balibey Hanı’ndan çıkıp Atatürk Caddesi boyunca yürürken Ulu Cami onun yanında Koza Han, eski belediye binası ve aynı caddeden heykele doğru yürüyünce Bursa Kent Müzesi’ne gidiliyor. İpekböcekçiliğinin merkezi Bursa’da Koza Han’da yan yana sıralı dükkanlarda ipekli ürünler vitrinleri süslüyor.
Yakın zamanlara kadar koza pazarlarının kurulduğu han, günümüzde ipekçilikle uğraşan esnafın yer aldığı bir han olarak kullanılmakta. İpek alışveriş mekanı olmakla birlikte kocaman çınarların altında çay-kahve içerek tarihi dokunun da tadına varılabilecek bir yer. Koza Han’dan çıkıp eski belediye binasının yanında bir ağaç altında hem serinleyip hem dinlenirken binayı inceliyoruz.Tarihi Belediye Binası, Atatürk’ün vefatından önce Bursa’da katıldığı son baloda valsi yarıda kesip orkestraya “sarı zeybek” dediği ve o muhteşem zeybek oyunu oynadığı yer… Hatta yakın zamanda Sümer Ezgü’nün Atatürk’ü canlandırdığı ve manevi kızı Ülkü Adatepe’nin de yer aldığı bir mini belgesel çekilmiş bu binada.
Belediye Binası bugün, Bursa’da “kentlilik bilinci” projesini hayata geçiren gönüllü vatandaşların oluşturduğu birimlerle çalışmalarını sürdüren Yerel Gündem 21 Evi olarak kullanılıyor. O ağacın altında otururken bundan haberimiz olmadığından içini dolaşmadığımız için sonradan pişman olduğum yer. Belki bir dahaki sefere...
Caddeden yürüyerek Kent Müzesi’ne gittik. Atatürk heykelinin arkasındaki meydanda yer alan bu müze, çok fazla emek verilmiş, harika bir müze. Açıkçası içeri girerken böyle güzel bir müze olacağını düşünmemiştim. Aklınızda “müze gezmek sıkıcıdır” gibi bir önyargı varsa bunu tamamen yıkacak güzellikte bir müze. 3 katlı müzenin giriş katında (Uygarlıklar Kenti Bursa) geçmişten günümüze Bursa’nın tarihi canlandırmalarla anlatılıyor. Bursa’da ilk ayak izlerinden başlayıp Osmanlı padişahlarının balmumu heykelleriyle o dönemi canlandırıp Kurtuluş Savaşı’nın bitmesine kadarki tarihsel olaylar yer alıyor.
Ardından Çağdaş Bursa bölümünde Cumhuriyet döneminden başlayarak gelişen çağdaş bir kente dönüşen Bursa’nın hikayesi günümüze kadar uzanıyor. Üst katta, Yaşam ve Kültürüyle Bursa bölümünde Bursa’da doğmak, büyümek, yaşamakla (kız isteme, evlilik hazırlıkları vb konular) ilgili bilgiler görsellerle zenginleştirilmiş. Ayrıca Bursa’da yemek ve eğlence kültürü, sağlık, hamamlar, medreseden okula, kültürel mekanlar, Karagöz-Hacivat, geleneksel sporlar ve turizm gibi konularda yer almakta. En alt katta, Üreten Bursa bölümünde Bursa’da el sanatları çarşısı oda oda yapılan canlandırmalarla tanıtılıyor. Arabacı, nalbant, semerci, yemenici, bakırcı, kalaycı, tenekeci, marangoz, sepetçi, çinici, bıçakçı, şekerci, kebapçı gibi birçok mesleğin kullandıkları aletleriyle birlikte canlandırmaları yer alıyor.
Bu müze, European Museum Forum’un Mayıs 2006’da Lizbon’da düzenlediği ödül töreninde, Avrupa’nın ödüllü müzeleri arasına girmiş. Gerçekten Bursa’yı yakından tanımak için, gezmesi çok keyifli bir müze olmuş, çok beğendim.
Müzeden çıkınca şehri tepeden görmek için teleferiğe gitmeye karar veriyoruz. Yarım saat kadar kuyrukta bekleyip 25-30 kişinin sıkışık tepişik bindiği vagon tipi teleferikle yaklaşık 1800 metre yukarı çıkıyoruz.
5-6 dakika süren teleferik yolculuğu çok zevkli. Ama o kadar sırada bekleyince dönerken de beklemeyi göze alamayınca tepede oyalanmadan aynı vagonla döndük. Oradan da setbaşına gidip Yeşil Türbe’ye gittik ancak tadilatta idi. Civardaki kafelerde bir yorgunluk kahvesi içip terminale gitmek üzere tekrar merkeze döndük.
Kalabalık, keyifli, tarihi; aynı zamanda modern Bursa, gezilmesi gereken çok güzel bir şehrimiz.

2005 MAYIS

7 Kasım 2010 Pazar

GÜNEŞLİ BİR İSTANBUL GEZİSİ

güneşli bir istanbul günü sabah erkenden spor yapmak için uyandım.şöyle bir balkondan dışarıyı seyrettim çok çok güzel bir hava var :)) aklıma SEDA'nın hafta içinde attığı mail geldi:))dedimki bugün uygun bir gün. birkaç arkadaşı arayıp biraz gezelim dedim.seda'cım bu gezide senin çok payın var,tekrar tekrar teşekkürlerrr:))giydim eşofmanlarımı,aldım fotoğraf makinemi,ve tabikii kitabımı'da (ÖLMEDEN ÖNCE YAPMANIZ GEREKEN 101 ŞEY)yazarı akdoğan özkan. şiddetle tavsiye ediyorum mutlaka içinde kendinize ait birşeyler bulacaksınız:)) attım dışarıya. kendimi bugün ödüllendireyim dedim:))sabah kahvaltı'sını deniz kenarında bir yerde yapayım dedim:))atladım otobüse doğru emirgan'a şu meşhur "ÇINARALTI" verdim şiparişimi güzel bir kahvaltı yaptım:)) tabiki boğazın o güzel panaroması, ve sabah martıları,işe gitmek için koşuşturan insanlar. herkes biryerlere yetişmeye çalışıyor:))daha sonra sahilde bir bank'ta oturup biraz kitap'ı inceledim. hee bu arada ölmeden önce mutlaka sevgilinizi'de alıp "ÇINARALTI'nda mutlaka kahvaltı yapın:))kahvaltı'dan sonra yürüyrek beşiktaşa doğru devam ettim. bu arada birkaç arkadaşımı arayıp bana katılabileceklerini sorayım dedim:)) önce GÜLAY,EMRE.GÖKHAN,ELENA,SEDA,CANER,ADEM,GÜLEN,MUZAFFER,ŞÜKRAN,herkesi aradım. emre,gülay,seda,elena,caner,muzaffer gelirim dedi ve program devreye girdi:))ben de onları bekler iken FAİRY firmasının bedava balık dağıtıyor:)) sıraya girdim ve ekmek arası balık aldım:)) caner'de tesadüf istanbul'dayız ve ilk olarak caner ile beşiktaş'ta buluştuk kısa bir hasret giderdirkten sonra diğerlerini beklemeye başladık. bu arada caner bayramdan sonra istanbula dönüyormuş. bu hafta özellikle ev bakmak için gelmiş:)) hoşgelmiş. sonrasında emre geldi onunlada beşiktaş iskele'de buluşup hep beraber oturduk bir yerde çay içmeye başladık.bu arada diğer arkadaşlar ile iletşim halindeyiz.15 dakika sonra gülay,ve elena geldi. fakat seda ile birtürlü buluşamıyoruz.15:30 gibi karar verdik karşıya geçelim ve cs in düzenlediği "MANTI" event'i vardı ona katılalım dedik.saat 15:45 de kadıköy vapurunu yakalıyalım ve karşıya geçelim dedik.bu arada seda ile'de iletişim halindeyiz telefonda ben kadıköy iskelesinde bekliyorum dedi ve 15:45 vapuruna son anda yetiştik ve karşıya geçiyoruz.aman allahım seda telefon açıyor nerdesiniz diye ben'de bekle geliyoruz kadıköy'e dedim meğer oda beşiktaş' geçmiş ve bizi beşiktaş taki kadıköy iskelesinde bekliyormuş:(( ama biz vapurdayız:)) sedacım bu durumdan dolayı senden özür dilerim. çünkü telefonda ben yanlış anlamışım:(( artık kadıköy'deyiz buradan modaya doğru yürümeye başladık.sonrasında "burcu taşkıran ve sinem'in düzenlediği mantı event'indayız. baktıkki tanıdık yüzler:)) ASUMAN,GÖKHAN,KEMAL,EBRU ve hatırlayamadığım birçok kişi var içerde:)) mantıları söyledik ve yemeye başladık. bu arada mantılar şahaneydi:))yemekler ve tatlılar yenildi eski arkadaşlar ile hasret giderdik. hep beraber buradan moda'ya çay içmeye gidelim dedik.ve moda'dayız söyledik çaylarımızı ve birde kahve(ebru için) çaylar ve kahveler içildi daha sonra kahve içilirde fal bakılmazmı:))gülay başladı ebru için fal bakmaya. bu arada muzaffer bize işe giriş hikayesini anlatmaya başladı ve bana çok enteresan geldi:)) onu biraz anlatmaya çalışayım sizlere. muzaffer işe kabul edilirken ona doğum haritasını ve burc'nu ve yükselenini sormuşlar:)) birde "FENG SHUİ" diye bir felsefe var
Sözlük anlamı "rüzgar" ve "su" olan Feng Shui, doğada var olan evrensel yaşam enerjisini, yaşadığımız mekanlarda harekete geçirmenin yöntemlerini gösteren eski bir Çin öğretisidir. Yaşam yolculuğunda bize sunulan seçeneklerden biri olan bu öğreti, evrenin güçleriyle denge içinde yaşamanın ve bunu mekanlarımıza taşımanın yollarını gösteren bir klavuzdur.
Feng Shui, hayatımızı bir günde değiştirecek sihirli bir değnek değildir. Ancak, evlerde, iş yerlerinde vb. yerlerde yapılan doğru uygulamalar göstermiştir ki; yaşam akışımızı olumlu yönde değiştirmek elimizdedir. Feng Shui bir din veya tarikat da değildir, dini inancınız ne olursa olsun, doğanın dost enerjilerini evinize davet etmenize engel değildir.
Feng Shui Yaşamınıza Ne Katar?
Doğanın bir parçası olan insan, yaşadığı mekanda da doğadaki denge ve uyumunu arar. İnsan ve mekan uyumsuzluğu, hayatımızı olumsuz yönde etkiler. Beş bin yıllık geçmişi olan Feng Shui öğretisi, insanın varoluş özelliklerine uygun yaşam alanlarını düzenleme yöntemidir. Böylece daha sağlıklı yaşar, mutlu ilişkiler kurar, kendimizi geliştirir, kariyer beklentilerimize ulaşır ve kazancımızı artırabiliriz. Yaşam bir yolculuktur, Feng Shui bu yolda alacağınız kararlardan biridir.
evet kısa bir feng shui felsefesinden sonra ve fal' devam ettik. ben bu arada ben sürekli fotoğraf çekiyorum gülay'da falda çıkanları anlatıyor:))hep beraber gülüşüyoruz:)) oradan kalkıp karşıya geçelim dedik. bu arada asuman ben burada kalıyorum dedi ve ayrıldık asu'dan:(( biz vapura doğru yürümeye başladık. vapur iskelesine geldiğimize sis'ten dolayı vapurlar iptal:(( e ne yapalım yürüyerek metrobüs'e gidelim dedik.ben,emre,elena ve muzaffer metrobüse,sinem ,gülay,ve ebru araba ile karşıya geçtik. artık taksimdeyiz. yemek yiyelim dedik taksimde LADES'e gittik ve hep beraber menemen'lerimizi söyledik başladık yemeye. çaylar,bal ve kaymak,menemen'ler hepsini yedik(hepsini ben yedim) gülay pek beğenmedi menemeni:)) onun yemeğinide ben yedim ve arada elena neco yavaş yavaş ye boğulacaksın:)) ben dururmuyum zaten bu spor hikayesine iyice daralmışım:)) o akşam herşey serbest bana:)) daha sonrasında oturup bir yerde birşeyley içip muhabbet edelim dedik. doğru NEVİZADE'ye 2 inci katta bir yere gittik ee mekan güzeldi he bu arada gökhan'da bize katıldı. içkiler içildi muhabbetler edildive sonrası ayrılık:((herkes evlere dağıldı.son olarak bugün'ü benimle paylaşan tüm arkadaşlara sonsuz teşekkürlerimi sunarım:)) ve bu yazımı sizlere armağan ediyorum:))
07 kasım pazar
NECO

.

5 Kasım 2010 Cuma

MEVLEVİ İLE BEKTAŞİ

Günün birinde yolu bir dergâha düsen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşi”nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini izlemek için geldiğini söyler.

Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır.

Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır.

Mevlevi’nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır.
Bektaşi’nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır.

Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır.

Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister.

Büyük merakla, önce Mevlevi’ye sorar:

“Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel bir sebebi var mı?”

Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır.

İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:

“Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız.”

Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi”ye döner:

“Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa?

Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?”

Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak şöyle der:

“Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur.

Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz.

Seveceksen öylece sev.
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur.

Birincisini zaten bulamazsın, ikincisinde ise, bulduğun her kusur, öğrendiğin her ayıp sahibini değil, seni çirkinleştirir. Her ikisi de seni mutsuz eder. Birincisini bulamadığın için, ikincisini ise bulduğun için mutsuz olursun…

Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. [Mevlâna]

2 Kasım 2010 Salı

güzel atların ülkesi " KAPADOKYA"

(M.Ö.585-332) Pers ve Kapadokya Krallığı
Kimmerler'in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu'da Medler (M.Ö. 585), daha sonra da Persler (M.Ö.547) görülür. Persler bölgeyi 'Satrap' adını verdikleri valilerce yönettiler. Eski Pers dilinde "Katpatuka" olarak adlandırılan Kapadokya bölgesi, 'Cins Atlar Ülkesi' anlamına gelmekteydi. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından ve ateşi kutsal saydıklarından bölgedeki volkanları, özellikle Erciyes ve Hasandağı'nı, kutsal saymışlardır.

Persler, Kapadokya'dan geçerek başkentlerini Ege'ye bağlayan,'Kral Yolu'nu geliştirmişlerdir. Makedonya Kralı İskender M.Ö. 334 ve 332 de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük İmparatorluğu yıkmıştır.

Pers İmparatorluğu'nu yıkan İskender Kapadokya'da büyük bir dirençle karşılaştı. İskender, komutanlarından Sabiktas'ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıktı ve eski Pers soylularından Ariarathes'i kral ilan etti. Çalışkan bir yönetici olan I. Ariarathes (M.Ö.332-322) Kapadokya Krallığı'nın sınırlarını genişletti.

İskender'in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma'nın bir eyaleti olduğu M.S.17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslularla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiştir.

evet kısa bir kapadokya tarihinden sonra artık yazmaya başlamak lazım:))
birgün öncesinden gülay ve şükran ile konuşup gülayın evinde buluşup oradan sabah erkenden taksime gidelim dedik. sağolsun gülay bizi kırmadı evinde ağırladı bizi.yemekler yenildi sohbetler edildi bu arada gülay'a bizi evinde ağırladığı için çok çok teşekkür ederiz:))sabah erkenden uyandım doğru mutfağa tost ve meyve suyu menüsü ile kızlarıda uyandırarak kahvaltımızı yapmaya başladık. kahvaltı için canım arkadaşımız gülay'a tekrar tekrar şükran ve kendi adıma teşekkür ederim:))(he birde BERNA'evinde yediğimiz yemeği unutamadım) bernacım sana'da sonsuz teşekkürler o gün bizim için o kadar güzel menü hazırlamışsınki:)) tekrar tekrar teşekkürler:)). acele ile taksiye bindik ve havaş ile sabiha gökçen'e doğru hareket ettik. ve uçaktayız zaten biraz'da uykusuz'duk uyuyuvermişiz. ancak gülay ne yaptı bilmiyorum onun biraz uçak korkusu var idi:)) sonunda kayserideyiz:)) valizlerimizi aldıktan sonra benim adıma gelen minübüs şöförü bizi karşıladı ve 2 kanadalı ve 2 brezilyalı ile göremeye doğru hareket ettik. tabii minübüs te ben başladım muhabbet'e gülay'da bir taraftan neco onları bağla'da istanbula geldiğinde gezdirelim diye:))tabii ben seyahatlerinden bahsediyorum gülay iş güç peşinde:))1 saat sonra sonunda göreme'deyiz.otel'e geldiğimizde otel'in işletmecisi HASAN bizi karşıladı ve gezimizin sonuna kadar bizimle sağolsun çok ilgilendi:))otele yerleştikten sonra attık kendimizi dışarıya. önce karnımızı doyuralım dedik NAZAR BÖREK diye bir yere gittik. aman allahım bir garson pismi pis:))zaten gülay herifi gördü aman bu ne dedi:)) şükran'ın zaten hiç sesi çıkmıyor (yorgunluktan herhalde) hele o önlüğünü görseniz artık yemek yemezssiniz:)) ama karnımız aç ve yemekleri'de söylemiş bulunduk.neyse yemekten sonra ÜRGÜP'e gidelim dedik. otobüs'ü beklerken yürüyelim dedik hemde fotoğraf çekeriz. daha sonra otobüsü yolda yakaladık ve ürgüpe doğru yola çıktık.yarı yolda indik çünkü yol üzeride şarap tadım yeri var idi(TURASAN)ilk trekking turumuz orada başladı.ara bir yoldan gidelim dedik ee biraz da patika yoldu:))nede olsa dağcılık ruhu var içimizde:)) turasan şarap tadım yerine vardık. şükran ile gülay başladılar şarap tadımına herhalde beğenmedilerki oradan çabuk çıktık.ve devamında ürgüp'e doğru yürümeye başladık. yol üzerindeki küçük dükkanlardan alışveriş yapmaya başladık:)) hele birde dükkanın bir LADY adında bir köpeği vardıki sormayın gitsin. tatlımı tatlı,asil,hanımefendi:)) neyse yavaş yavaş ürgüp'e doğru yürüyoruz. ve ürgüpteyiz:(( aslını söylemek gerekirse ürgüp beni hayal kırıklığına uğrattı:(( yahu görülecek hiçbirşey:)) eğer sizinde birgün yolunuz kapadokya'ya düşerse sakın otelinizi ürgüp2ten almayın. çünkü görülecek hiçbirşey yok.:)) zaten bizde 1 saat kaldık ve oradan ayrıldık.yol üzerinde bir kuruyemişçiye uğradık oradaki satıcı çocuklar bir ikram bir ikram yani helal olsun herşey'den tattırıyorlar gülay,şükran ve ben dükkanda ne varsa yedik:)) ee tabii birazda alışveriş yaptık canım:))kuruyemişçiden gayet mutlu ayrıldık:))otobüsü beklerken birer çay içelim dedik çay bahçesinde oturup çaylarımızı içtikten sonra otele döndük. biraz dinlenelim dedik odamıza çekildik tabii ilk önce ben uyumuşum:)) 1 saat sonra kızlar dediki hadi dışarı çıkalım ancak dışarıda deli gibi bir yağmur ee ne yapalım attık kendimizi derya'ya yolda restaurant arıyoruz sonunda capadocia restauran'ta bulduk kendimizi. ne yiyelim diye düşünüyoruz TESTİ KEBABI'na karar verdik:)) ancak rest o kadar soğuk ki üşüdük:(( daha sonra testi kebab'larımız geldi. ilk önce bir bıçak yardımı ile ben kırdım fakat iyi kıramadım herhalde 2. olarak gülay denedi o hakikatten güzel kırdı:)) sonra şükran oda güzel kırdı:)) testi kebabı denemenizi tavsiye ederim hele o pideleri yokmu muhteşemdi zaten testi kebab'larını beklerken 1 sepet pide yedik:))yemekten sonra biraz yorulmuştuk biraz'da ıslanmış olarak otele döndük.yağmurun azizlğine uğradık bu akşam:(( hasan bize çay yaptı ve beraber yağmuru seyredek muhabbetle odamıza döndük.
2 GÜN 30 EKİM CUMARTESİ
sabah pırıl pırıl bir hava ile uyandık ee hava biraz'da serin:)) gökyüzü çok güzel tabii bende şanslıyım benimle birlikte gökyüzünden daha temiz ve daha güzel iki tane hanım var:)) kahvaltıya indik kahvaltıdan sonra bugün IHLARA TURU yapacağız:))09:30 turumuz başlayacak biraz'da heyecanlıyız:)kahvaltımızı yaptıktan sonra turu beklemeye başladık 15 dakika sonra tur minübüsü geldi ve bindik. rehberimizde hakkari'li bir hnm GÜL tekrar tekrar teşekkürler sana:))önce panaroma turu ile başladık tepeden manyak kapadokya panaromasıvar tabii biz boş dururmuyuz hemen fotoğraflamaya başladık:)) sonrasında DERİNKUYU'ya doğru hareket ettik.derinkuyudayız
Nevşehir’in 21 km. batısındaki Kaymaklı yeraltı şehri ile ondan 9 km. sonraki Derinkuyu yeraltı şehrini gezmek için girişten itibaren var olan yön levhalarını izliyorsunuz. Şehrin giriş katında hayvanların bağlandığı yerler bulunuyor. Sonra da yiyeceklerin depolandığı bir başka bölüme geçiliyor. Yeraltı şehrinin her bir bölümü diğerine dar tünellerle bağlanıyor. Ve her giriş değirmentaşı biçimindeki hareketli kaya kapılarla kapatılabiliyor, bu şekilde düşman saldırılarından korunuluyor. Yeraltı şehrinin şarap yapımında kullanılan odaları da var. Şehir toplam 40 metre derinlikte 8 kattan oluşuyor. Şehrin mükemmel bir doğal havalandırma sistemi var. Ortak mutfağı ikinci katta. Gerek Kaymaklı’daki, gerekse Derinkuyu’daki yeraltı şehirlerinin tüm katları henüz ziyarete açık değil. Kaymaklı’nın 20 metre derinlikteki 4. katına, Derinkuyu’da ise 55 metre derinlikteki 8. katına inilebiliyor. Derinkuyu’nun toplam alanı 4.5 kilometrekare. Yaklaşık 20.000 kişinin yaşadığı tahmin ediliyor. Kaymaklı ise Derinkuyu’nun aşağı yukarı yarısı kadar. sıradaki yer "IHLARA VADİSİ"

Hangi yoldan giderseniz diğerinden dönün ve böylelikle her iki güzergahıda gezmiş olursunuz. Vadiyi bir uçtan öteki uca Melendiz çayı boyunca geçebilirsiniz. Uzunluğu yaklaşık 10 kilometre. Derinliği ise 80 metre. Bu kadar uzun bir yolu yürümek istemiyorsanız, köyü geçtikten sonra vadiye tepeden bakan lokantanın bulunduğu yere gidip, merdivenle aşağıya inebilirsiniz. Yüz metre derindeki vadiye merdivenle inip çıkmanın da biraz yorucu olacağını hatırlatayım:)). Kanyonun her iki yamacında kayalara yaklaşık 100 kilise oyulmuş. Kiliseler çoğunlukla 11. yüzyılda inşa edilmiş. En iyi durumda olup ziyarete açık bulunanları ise Eğritaş Kilisesi (Köyden yürüyerek veya merdivenle bir saatlik mesafede), Kokar Kilise (Çayın sol kıyısında, merdivene 1 km. uzaklıkta), Pürenli Seki Kilisesi, Ağaçaltı Kilisesi (Merdivenin hemen yakınında, Yılanlı Kilisesi (Köprüyle geçilen sağ tarafta), Bahattin Samanlığı Kilisesi (Belisırma Köyü girişinde, çayın sol kıyısında), Kırkdamaltı Kilisesi (Belisırma Köyüne 500 metre), Sümbüllü Kilise (Merdivenin sol tarafından 250 m. ileride). Direkli Kilise’dir (Belisırma Kilisesi karşısında manastır kilisesi). ve başladık vadi'de yürümeye (ölmeden önce mutlaka bu vadiye gidin)ve hatta bırakın kendinizi vadinin o güzel havasına,suyuna:))2 km kadar yürüdükten sonra turumuzun devamı olan "BELİSIRMA" köyüne öğlen yemeğine gittik.öğle yemeğinde köfte,tavuk sote ,balık, testi kebabı,pilav, salata menüsü var idi.hee bu arada amerikalı bir hatunla tanıştım yemek'tede beraberdik:)) ben hatunla dünya meselelerini konuşuyorum. bizim gülay ve turdan tanıdığımz hnm'larda sürekli laf atıyorlar yahu gülay laf atmada kıza konsantre olamıyorum dedim gülüştük:))ancak beni dinleyen kim:)) biz önemli bir konuyu konuşuyoruz onlarda işin gırgırında:))herhalde amerikalı hatun'da anlamış olacakki oda gülmeye başladı:)) yemekten sonra diğer muhteşem yer daha size" YAPRAKHİSAR"

Kervansaraylar ilk defa 10. yüzyılın sonlarına doğru Selçuk Hanları tarafından Orta Asya'da yaptırılmıştır. Önceleri askeri savunma için düşünülmüş, zamanla artan ticaret ve dini ihtiyaçları karşılaması için genişletilmiştir. Selçuklu devrinde ticari yol ağı üzerinde kervanların akşamları güvenli bir şekilde konaklamaları ve ihtiyaçlarını görmeleri için sultan hanı da denilen kervansaraylar yapılmıştır. Büyük ticaret yolları üzerinde kurulmuş olan Selçuklu kervansaraylarının aralarındaki uzaklıklar, deve yürüyüşü ile günde dokuz saat, yani 40 kilometre esas tutularak saptanmıştır. Çevrelerindeki yüksek duvarlarla korunan ve barış zamanlarında pazaryeri olarak da iş gören bu kervansaraylar savaşta kale olarak da kullanılırdı. Selçuklu kervansarayları üç genel tipe uygun olarak yapılmışlardır. Bunlar, yazlık denilen avlulu, kışlık denilen kapalı ve her iki türün birleştirilmesinden oluşan karma tiplerdir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehirlerdeki hanlar ticaret ve konaklamak için yapılmış gelir getirici vakıf yapılarıdır.o muhteşem kervansarayı geride bırakıp şarap tadımı için turistik bir şarap dükkanına gittik orada ilginç birşey yoktu onun için birşey yazmadan geçeceğim:))ve günün sonunda turumuz bitti:(( turda tanıştığımız insanlar ile veda zamanı:(( özellikle rehber gül çok neşeli ve iyi bir kızdı gülay 'da pek sevdi gül'ü:)). akşam yemeği için amerikalı kızla sözleştik tabiiki şükran ve gülay'dan müsaade aldım:)) bizim kızlar sıcak şarap içelim dediler ancak görermede sıcak şarap bulamadık:(( sonrasında bir pideciye oturduk siparişlerimizi verdik . ben de bu arada amerikalı hatunu almaya gittim:))hep beraber yemeğe başladık ben ,şükran,gülay ve tracy(amerikalı hatun) akşam yemeğinden sonra otele döndük tracy herhalde çok sevdi bizi bende katılabilirmiyim dedi:))başladık otelde muhabbette. gülay ve şükran yatmaya gitti ben tracy ile devam ettim memleket meselelerine:)) sonrasında sabah kahvaltı için bizim otelde sözleştik. ancak sabah kalkamamış gelmedi:((
3.GÜN 31 EKİM PAZAR
bugünde nefis bir hava ile uyandık pencereden baktık her taraf balon'lar ile dolu:(( bizde yapmak isterdik fakat çok çok pahalı idi ancak(balon ile mutlaka tura çıkın)
Kapadokya’nın simgesi olan balon turları bölgenin eşsiz güzelliğini görmenin en etkili yoludur. Gökte ağır ağır süzülerek bölgenin eşsiz güzelliklerini görme imkanı bulabilirsiniz. 1 saat 15 dakika süren balon turu, sizi Kapadokya uygarlığının yürüyerek ulaşamayacağınız en uzak noktalarına kadar götürür.:))göreme'nin içinde yürümeye başladık. bugün "GÖREME AÇIK HAVA" MÜZESİ'ne gidiyoruz. 15 dakika sonra yürüyerek göreme açık hava müzesine vardık. aman allahım bu nasıl bir tarihtir şunu söylemeden geçemiyeceğim inanın bizler çok şanslı insanlarız çünkü böyle güzel bir ülkede yaşıyoruz:))her taraftan tarih fışkırıyor "GÖREME AÇIK HAVA MÜZESİ TARİHÇESİ"
Nevşehir'e 13 km. uzaklıkta ve Göreme kasabasının 2 km. doğusunda yer alan bir kaya yerleşim yeridir. M.S. 4. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar yoğun bir şekilde manastır hayatı yaşanmıştır. Hemen her kaya bloğunun içinde kiliseler, şapeller, yemekhaneler ve oturma mekânları mevcuttur. Bugünkü Göreme Açık Hava Müzesi manastır eğitim sisteminin başlatıldığı yer olarak kabul edilir. Soğanlı, Ihlara, Açıksaray aynı eğitim sisteminin daha sonraları görüldüğü yerlerdir.
Kiliseler, 2 tür teknikle boyanmıştır. Birincisi, doğrudan doğruya kaya yüzeyi düzeltilerek üzerine yapılan boyama; ikincisi ise, kaya üzerine yapılan secco (tempera) ve fresko tekniği ile yapılan boyamadır. Kilisede işlenen konular İncil ve Hz. İsa'nın hayatından alınmıştır.
Göreme Açık Hava Müzesi'nde Kızlar ve Erkekler Manastırı, Aziz Basil Kilisesi, Elmalı Kilise, Aziz Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise, Karanlık Kilise, Çarıklı Kilise ve Tokalı Kilise bulunmaktadır.birde şunu unutmayın MÜZE KART'ınızı mutlaka yanınıza alın.müzeden çıktıktan sonra mutlaka tekrar birdaha bakın. çünkü açık hava müzesi tüm muhteşemliği ile sizi tekrar gelmeniz için davet ediyor:))yine yollardayız bu sefer yolumuz ZELVE,PAŞABAĞLARI,ÇAVUŞİN,ROSE VALLEY,. otobüs durağında bekliyoruz birde baktıkki dünkü ıhlara turundan bir çift ve durakta bekleyen iki hnm:)) setenay ve francesca. başladık konuşmaya ve karar verdik beraber tur yapalım diye.:)) bindik otobüse ilk durağımız "ZELVE" Zelve Açık Hava Müzesi: Avanos'a 5 kilometre uzaklıkta olan ve üç vadiden oluşan Zelve ören yeri, peribacalarının en yoğun olduğu yerdir. İkonoklastik dönemde, yapılan manastır ve kiliselerle dini bir merkez haline gelmiştir. 1952 yılına kadar iskan edilen Zelvedeki köy, 3 kilometre uzağa taşınmış ve Zelve, açık hava müzesi olmuştur.kısa bir turdan sonra "PAŞABAĞLARI"na doğru yürümeye başladık bu arada yeni grup ile muhabbetimiz iyi dedimki biraz yürüyeceğiz onlarda tamam dedi:)) tam benim istediğim grup:)) yarım saat yürüdükten sonra paşabağlarındayız.
Paşabağları'nın daha ilerisinde Göreme-Avanos karayolundan 2 km. içerde olan ve 3 vadiden oluşan paşabağları örenyeri, peribacalarının en yoğun olduğu yerdir. 9. ve 13.yüzyıllarda Hıristiyanların önemli yerleşim ve dini merkezlerinden birisi olmuştur. Öte yandan, papazlara ilk dini seminerler de bu yörede verilmiştir. Balıklı, Üzümlü ve Geyikli Kiliseler vadinin en önemli kiliseleri olup ikonoklastik dönem öncesine aittir.
1952 yılına kadar iskân edilmiş vadide manastırlar, kiliseler, yerleşim yerleriyle, tünel, değirmen, cam gibi yapılar bulunmaktadır. ee burası'da muhteşem bir ören yeri hele tepeden yani peri bacalarının üstünden baktığınız zaman muhteşem bir panaroma var:)) evet daha sonrasındaki gideceğimiz yer "ÇAVUŞİN" ordaki köylülere sordum nasıl gidebiliriz diye kayaları aştıktan sonra bir patika yol var dediler:)) tam benim istediğim gibi ancak bir sorun var kayaları kim aşacak:)) daha sonra bir b planı yapalım dedik:(( turistleri yoldan gönderdik ve ben,gülay,şükran,setenay,ve francesca toprak yoldan yürüyelim dedik ve başladık. yürüdükçe önümüze hep kayalar çıkıyor sonunda geldik çavuşin'e. önce çanak çömlek atölyesine girdik ve ziyaretten sonra birer çay ve yola devam. herkese sordum iyimisiniz diye herkes bir sorun yok dedi:)) gidilecek çok yol var gitmek lazım:))gül vadisine doğru hareket ettik. köyün içinden yürürken bir yerde yemek yiyelim dedik ve köyün içinde küçük bir yere oturduk yemeğe başladık. ben ve gülay melemen şükran ve diğerleri'de gözleme yediler. bu arada setenay anadolu üni'de seramik okuyormuş francesca'da sanat ayrıca francesca'nın başka bir hüneri daha varmış profesyonel olarak "BELYY DANCE" yapıyormuş. ben dedim bu kızda birşeyler var diyordum:))neyse "GÜL VADİSİ"
Gülşehir'in hemen girişinde yer alan ve iki katlı olan Aziz Jean Kilisesi'nin alt katında kilise, şarap mahzenleri, mezarlar, su kanalı ve görevlilere ait mekanlar, üst katında ise İncil'den alınmış sahnelerle süslenmiş bir diğer kilise yer almaktadır.Alt kata ait kilise, tek apsisli, haç planlı, haç kolları, beşik tonozludur. Merkezi kubbesi çökmüştür. Süsleme açısından direk ana kaya üzerine kırmızı asi boyası ile stilize hayvan, geometrik ve haç tasvirleri resmedilmiştir. Üst kattaki kilise ise tek apsisli ve beşik tonozludur. Ana apsisteki resimlerin dışında oldukça iyi korunmuş olan kilise siyah bir is tabakası ile kaplıydı. Kilise restorasyonu ve konservasyonu 1995 yılında yapıldıktan sonra bugünkü haline gelmiştir. saatler'çok hızlı geçiyor gülay ve şükran'ın otobüsü saat 16:00 kalkacak ve biz saat 15:00 de hala vadideyiz. dedikki biz ayrılalım arkadaşlardan otobüse yetişelim :(( tarlalardan koşa koşa ana yola vardık ve otostop yapmaya başladık 5 dakika sonra istanbul plajkalı bir çift durdu ve bizi aldı sağolsunlar:)) doğru otele. şimdi toplanma zamanı zaten valizlerimiz hazırdı bir çırpıda gülay ve şükran hazırlar ve otelin önünde vedalaştık:(( onları yolcu ettim. benim saat 18:00 de servisim vardı sağolsun hasan sen abi git banyo yap ve dinlen dedi ben seni uyandırırım :)) saat 18:00 de kaldırdılar ve minibüs gelmişti artık ayrılık zamanı. hasan ile vedalaştık. havalimanına doğru hareket.sonrası istanbul.....son olarak benimle bu seyahati paylaşan ŞÜKRAN VE GÜLAY'A sonsuz teşekkürlerimi söylemek isterim. kapadokya seyahati sizinle çok çok güzeldi:)) kalpleri ve gönülleri pırıl pırıl olan bu iki arkadaşıma bu yazım'ı ithaf ediyorum.SİZİ ÇOK ÇOK SEVİYORUM:))
03 KASIM ÇARŞAMBA
NECO

can babadan

Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler. Bütün ağırlığınızı ve yorg...unluğunuzu kaldıran ayaklarınız için rahatlığı ve şıklığı bir arada barındıran ayakkabıyı seçersiniz.

İçinizin acılarını, sıkıntılarını, kırgınlıklarını ve hayallerini yüklenen yüreğiniz için de huzur verici ve "güzel" bir aşk ararsınız.

Zaten aşklar da ayakkabılar gibidir.

Bazıları çamur, yağmur, toz, toprak, kar, buz gibi her türlü "kötü hava" koşullarına dayanıklıdır.

Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak "yamulur" ilk yağmurlu havada "altı açılır" veya güzel havalarda bile " iki günde bozulup" gider.

Aşkları da ayakkabılar kadar "itinayla" seçmezseniz, tıpkı ayağınızda olduğu gibi yüreğinizde NASIR oluşabilir.

Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz için, "zamanla açılır" diyen satıcıya inanarak alırsanız, zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" başlar.

Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde yalnızca fiziksel beğeniye kapılıp "zamanla düzelir" diyenlere kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların "çarpıldığını" görebilirsiniz.

Âşık olabileceğiniz insan türü, tıpkı ayakkabılar kadar değişik stillerde, farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir".

Aşkı bir çeşit serüven olarak "spor" gibi yaşayanlar, aynen "spor ayakkabı" gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar.

Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı" gibi muhafazakâr çizgiler taşıyanlara tutulurlar.

Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve eğlence zevkleriyle ateşlenen aşklar vardır.

"Bez" ayakkabılar gibi kısa ömürlü "tatil aşkları" ise hemen herkesin kişisel tarihinde mevcuttur.

"Marka" ayakkabı alır gibi, sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan" âşıklar görürsünüz.

Katı plastikten "yağmur çizmesi" edinir gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar" biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz.

Ayrıca ne tuhaf ki, psikolojik testlerde "zaafı" olup evine sayısız çeşitte ayakkabılar yığan insanların aynı zamanda "değişik" türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.

Evet, aşk "ayakkabıdır"

Aynen ayakkabınıza bakım yapmayıp "hor" kullandığınız zaman kolayca eskittiğiniz gibi, aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz zaman kısa sürede "eskitirsiniz" .

Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız;"delik" bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır"

[ Can Yücel ]